23 Kasım 2013 Cumartesi

ÖĞRET-MAN

Birlikte olduğumuz sürece üç şeyi davranışa dönüştürebilirsem kendimi başarılı hissedeceğim: Sev, umudunu yitirme, hoş gör.

Bir ortaokul müdür yardımcısının Erol Taş misali  “Senden hiçbir şey olmayacak, senin o gitmeyi çok istediğin lise de hayalden öte bir şey değil” deyişinin insana bir şeyler katabileceği ilk öğrendiğim şey  olmuştur. Çok değil 4 yıl sonra bir rehberlik öğretmeninin üniversite tercihinden anlamayışının da fayda getirebildiğini son öğrendiğime katmışımdır.

Vernik kokan sınıflarda onlarca öğretmenin öğrencisi oldum. Kimileri tahtaya bir şeyler karaladı, kimileri yüreğime.

Öğretmen çoğu zaman aileden biridir. İlkokul öğretmenimin “kırmızı kurdelayı” sınıfta en son bana takmasını babamın yıllarca bana bisiklet alamamasından daha çok taktım,  hatırlıyorum. Uzun süre, öğretmenimin sevdiği ; sevdiğim, nefret ettiği; nefret ettiğim oldu.

Ortaokulda müzik öğretmenimin sesine hayrandım ve onun gibi söylemekti tek derdim. Lisedeki matematik öğretmenimin “Yakışıklı, sen yanıtla bakalım şu soruyu” deyişi şimdi bile yanaklarımı pembeleştirir.

İmparator S. dersi saygı duruşu ile açıp omuzlarda terk ederken ne hissederdi,  hiç bilemedim. Motor F. gözlerini kapatıp 45 dakika boyunca hiçbir köşesi olmayan çemberin bir analitiğe sahip olduğunu anlatırken kafasından neler geçerdi ?  Ş’leri diğer seslere göre daha vurgulu söyleyen bayan coğrafya öğretmenimiz, sinirlendiği bir gün önündeki sıralarda ağzının içine bakan 50’ye yakın erkeğe  “ Özel hayatınızda hepiniz büyük sıkıntılar yaşayacaksınız, bunu unutmayın ” derken yaptığı kehanete nasıl da inanırdı, bilemeyeceğim.

Her insanın kafasında geçmişinden, okul sıralarından izler var. O izler annenin babanın çentiklerinden çok daha derine atılıyor. Bazen camdan bahçede oynayan ufaklıklara dalıyorum. Uzun uzun, oynayışlarını; birbirleriyle didişmelerini izliyorum.  Onlar gibi koşuyor, havadaki keskin kömür kokusunu o günlerdeki gibi duymayı özlüyorum. Sonra birden döndürüyorum başımı, bir bakıyorum ki tahtanın önünde elinde tebeşiriyle bekleyen bir adam. En kötü gününde dahi gülücükler saçması mecburiyetini bilen bir adam.  Tahtaya yazmayı reddeden, “Gençler, şimdi yürekleri açıyoruz.” diye bağıran…

Yüreklerini sonuna dek açmış, çıkacakları büyük serüvene hazırlanan o gözleri gören bu adam ne mi diyor içinden: “Her gün sınıfa girip mutsuzluğumu yırtıp atıyorsunuz ya,  iyi ki tahtanın önünde beklemeyi,  iyi ki her an gülümseme mecburiyetini,  iyi ki bu büyük yolculukta sizlere rehberlik etmeyi seçmişim.” diyor.   

Seviyor, umudunu yitirmiyor, hoş görüyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder