*İşbu yazılar okurun sözü geçen eserleri okuduğu varsayılarak kaleme alınmakta olup, bu yazı sahibi henüz kitabı okumayanların yaşayacağı zarardan sorumlu tutulamaz. :)
2020'ye bir öykü kitabıyla başlamasam olmazdı. Gerçi öyküleri okurken boğazımın orta yerine kocaman bir yumru oturacağını bilsem bir kere daha düşünürdüm sanıyorum.
Aralıklarla da olsa okuduğum kitaplar hakkında notlar düşüyorum. Fark ettim ki bu yazılar benim için bir akıl defteri aslında. Okuduklarımız hafızamızın bir köşesine birkaç görüntü ve sesle iliştirilse de ayrıntılar bir zaman sonra okunmaz oluyor. Yıllar sonra o kitaplar hakkındaki yorumlarımı bu platformda görünce eserle yeniden baş başa kalmış gibi oluyorum.
Neyse gelelim Talan'a. Öykü türünde bir ilk kitap olduğunu bilmenize rağmen Talan'ın içindeki öykülerin yetkin bir kalemden çıktığını rahatlıkla duyumsayabiliyorsunuz. Bilgili, öykülerinin büyük bölümünde kurguladıklarını ilahi bakış açısı ve kahraman bakış açısıyla anlatıyor. Bir kameraman titizliğiyle objektifini kurgunun geçtiği mekanda gezdirip, okurun yaşananları her ayrıntısıyla yakalayabilmesine olanak sağlıyor. Evet, parolamız kamera. Sözgelimi Metaformoz öyküsünde ölümle sonuçlanan bir hastalık sürecinin son dakikaları, bu sürecin geçtiği mekân, sürece dahil olan kahramanların iç dünyaları öylesine itina ile görüntüleniyor, betimlemeler öylesine kuvvetli yapılıyor ki kendimi merhumun bulunduğu odada ellerimi göbeğimde bağlamış, aile bireylerine taziyelerimi sunarken buluyorum.
Yukarıda anlattığıma benzer gerçekliği Panta Rhei'de de bulduğumu söyleyebilirim. İlay Bilgili, öykü boyunca gerek seçtiği kelimeler gerekse duruma dair işaret ettiği noktalar sayesinde okuru tüm sevenlerini - pek de sırasıyla sayılmaz- kaybeden yaşlı adamın çaresizliğine ortak ediyor. Bu sefer kamera değil de ayna tutuyor okura. Evliler eşini düşünüyor, çocuklular ölüm gelmeden bir çocuk kaybını. Boğazıma oturan yumruya katkı yapan öykülerden biri oluyor Panta Rhei. Bu kısa anlatı Bilgili'nin gözlem gücünü ortaya koyduğu, okuru kahramanla özdeşleştirme yetisini sergilediği bir temaşa sanatına benziyor.
Talan'daki üsluba dair kolaylıkla yapılacak belirlemelerden biri de sanıyorum sanatçının cümlelerinde yer verdiği eylemlerin sıklıkla şimdiki zaman kipiyle çekimlenmesi. Bunu, Bilgili'nin öykülerde bir ortak üslup yaratma amacıyla ve kasten yapıp yapmadığını bilmiyorum ancak bir okur olarak öykü kitabına dahil olan öykülerde farklı anlatım ve dil özelliklerinden yararlanılması beni okurken daha diri tutuyor. Bu belirleme, öykülerin değerine bir halel getirme amacı taşımıyor sadece bir tercih olarak beni not almaya itiyor.
Kitaba adını veren Talan öyküsü diğer kardeşlerinin bir özeti gibi aslında. Sinematografik dilini, kamera hassasiyetiyle bacalardan, gider borularından hatta taş duvarlardan bir bir geçirerek varoşların dumanlı semalarında gezindiren İlay Bilgili, kesit öykücülüğünün son dönemde benim karşılaştığım en güzel örneklerinden birini vermiş Talan ile. Talan'ı okudukça betimlenmeye çalışılan kadının zihninizde büyüdüğünü, onu saran duvarların kıpırdandığını duyumsuyorsunuz. Yazarın kalemine takılıp odadan çıkıyor, sizi götürmek istediği başka evleri ziyaret ediyorsunuz. Talan'da kesit öykücülüğünün sıkıcı durağanlığına neredeyse hiç rastlamadım. Edebiyat dünyasının meşhur tabiriyle "Küçük İnsan"ın buz gibi gerçeklerle örülü, naif dünyasına yelken açtım. "Sıkılmışız be!" dedim beyaz yakalı dramlarına maruz kalmaktan. Evet, kabul ediyorum bir süreliğine boğazımdaki yumruyla kalacak halde talan edildi duygu dünyam. Ama bu çocukluğumun kül kokulu arsalarını bulduğum, kalabalık ailelerin börekli, çörekli mütevazı sofralarına konuk olduğum, bana 'yahu bu benim halam!, "bu benim dedem baksanıza, bu da olsa olsa benim yaşlılıktaki halim!" dedirten bir 'Talan' oldu. Keyifli okumalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder