30 Nisan 2013 Salı

MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ: HÂMİT


Türk edebiyatında çok az şair için "sultan-üş şuara", "şair-i azam" gibi övgü dolu unvanlar kullanılmıştır ki bu unvanlardan "baş şair" yani şair-i azam unvanı Abdülhak Hamit için uygun görülmüştür.
Üniversite yıllarımda Yeni Türk Edebiyatı dersimize giren yardımcı doçentimizin Tanzimat döneminin bu önemli şairi için söyledikleri aklıma gelince acaba yanlış mı hatırlıyorum diye araştırma gereği duydum. İyi ki araştırmışım ki internette dolaşırken Hamit hakkında yazılmış harika bir bitirme tezine ulaşmış oldum. Aynur Demircan'ın bu güzel tezinden yararlanarak Abdülhak Hamit'in dünyasına şöyle bir girelim.
Öncelikle hepinizin bildiği eşinin verem gibi insanı perişan eden bir hastalık yüzünden vefatı üzerine yazdığı "Makber"i hatırlamaya davet ediyorum. Şairin ilk eşi olan Fatma Hanım'ı ne çok sevdiğini her fırsatta dile getiren şairin kendi ağzından öğrenelim bu sevgiyi ve ölümünün ardından duyduğu acıyı:

Kırk gün, sanki hem-civar ve hem-hal olmak için, yer katında bir odada
Makber’i yazmağa başladım. Öteki makberi ise her gün Ahmed Ağa ile34
beraber ziyarete gidiyordum. Bu zîr-i zemindeki hücre-i iştigalimde
hem-demim olan Ahmed Ağa geceleri tâ-be-sabah sâiklik ediyordu.
Fakat o, dem kullanmaz bir hem-dem idi. Kabrin taşı yapılıp yerine
konulduktan sonra Beyrut’u terk ettim. Haziran evâsıtında çocuklarımla
beraber Çamlıca’daki köşkümüzde validemin yanında bulunuyordum.
Bana en büyük tesliyet, o şefkat-i mücessemeden gelmişti.

Makber'den...

Eyvah ne yer ne yar kaldı
Gönlüm dolu ah ü zar kaldı
Şimdi burdaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
.....

Gördüğünüz gibi Türk edebiyatının en iyi mersiyelerinden birini kendisine yazdıracak kadar sevdiği Fatma Hanımı kaybeden şair için dünya pek de rahat bir mekan değildir artık. Her şeye rağmen gençlik yıllarından itibaren kadınlarla arasında her daim samimiyet olan şair-i azam, çapkınlığı ile etrafında nam salmıştır.

"Beyrut’ta mânen intihar etmiştim. Fakat Çamlıca’da o mübarek sebeb-i
vücudumu görünce be-tekrar dünyaya gelmiş gibi oldum. Maşuka-ı
sâniyem bulunan nâzenin-i edebiyat ise bana ilham-ı hayat etmekten hali
kalmıyordu. Hattâ onun aşkıyla bir Hacle bina etmiştim. "

Fatma Hanımın vefatından sonra İngiltere'de Nelly Clower ile ikinci evliliğini gerçekleştirir. 19 yaşındaki yeni eşini de çok seven şair, onu da veremden kaybedecektir. İngiliz Nelly Clower'ı Fatma Hanım kadar sevmesine rağmen bu ilişki sırasında başka kadınlarla birlikte olmaktan kaçınmaz Hamit.

İlk tanıdığım zaman yirmi yaşında olan Miss Ashly kendisinden en son
ayrılışımda kırk yaşını geçiyordu. Birkaç kere ayrılıp, yine birleşmiştik.
Onun için son ayrılış diyorum. Maksadım ne kadar uzun müddet beraber
olduğumuzu yadetmektir. Refikam Nelly Hanım’ı bırakmış değildim.
İki tarafı da mümkün mertebe idare ediyordum. Paris’in 190036
exposition’una ayrı ayrı evvela Madam Hâmid’le sonra Miss Ashly ile
gitmiştim.
[....]
 Madamla metres yekdiğerini ikmal ederek bana meded-res oluyorlardı
diyebilirim. Ve bir de gül seven niçin sümbül sevmesin?

Üstad üçüncü evliliğini Cemile Hanım ile yapar. Ayrılıkları oldukça basit bir sebepten olur.

Şair, Nelly Hanım’ı kaybettikten sonra teselli bulmak için İstanbul’a
gelir. Kızkardeşi, Mihrünnisa Hanım, bir kadının açtığı üzüntünün yine
bir başka kadın eliyle sarılıp, şifa bulacağı düşüncesiyle 1911 yılının
yazında Hâmid’i evlendirir. Üçüncü eşi Cemile Hanım’la balayı
geçirmek için İstanbul’da bir otele yerleştiren Hâmid, bir sabah eşinin
kendisini memnun etmek için elbiselerini temizlemekle meşgûl olduğunu
görür. Buna çok kızan Şairimiz bu hanımdan derhal ayrılır. Yirmi gün
süren bir izdivactan sonra Hâmid, Cemile Hanım’ın gönlünü almak için
Mihrünnisa Hanım vasıtasıyla ona para gönderir.

Ve gelelim bu yazıyı bana yazdırma fikrine yani üniversite öğretmenimin Hamit hakkında bilgi verirken bana söylediği ve unutamadığım sözlere:

Hamit 4. yani son evliliğini gerçekleştirdiği Lüsyen Hanımla oldukça büyük bir ayrılık korkusu yaşar. Yakın çevresinde olanlar Hamit'in yaşı dolayısıyla bu hayata veda ederken sevdiği kadın Lüsyen'i de yalnız bırakmaktan korktuğuna biraz da kıskançlık duyduğuna şahit olmuşlardır.

Her şeye rağmen karısının yalnız kalmasına gönlü razı olmayan Hamit, ilginç bir şekilde Lüsyen'in bir kont olan Soranzo ile evlenmesini telkin eder. Hocamızın anlattığına göre böyle bir davranışın ardından ikna olan Lüsyen'in yeni eşi ile kaldıkları otelde bir oda tutmuş ve sabaha kadar bu odada kıskançlık içinde kıvranarak göz yaşı dökmüştür:

Refikam Lüsyen Hanım benim müsaademle Avrupa’ya gitmişti. Daima
mektuplarını alıyordum. Ben bir müddet Kemalzade Ekrem’in
Arnavutköyü’ndeki evinde misafir kaldım. Sonra yine Arnavutköyü’nde
başka bir eve naklettim. Sekiz dokuz ay kadar bu suretle güzar etti.
Lüsyen Hanım benden evvelce benden aldığı mezuniyete istinaden İtalya
asilzadegâhından Kont Soronzo’ya namzet olduğu halde İstanbul’a
evlenmek üzere nişanlısıyla beraber geldi. Birkaç gün sonra teehhül
ettiler. Bunlar benim hep marazi muvafakatımla olmuştu. Kont Soronzo
ise Lüsyen’in kemafi’s-sâbık benimle münasebet-i dostânede
bulunmasına muhalefet etmeyeceğini vaad etmişti. (Abdülhak Hâmid
Tarhan’ın Hatıraları 359)

**** Yazıdaki Abdülhak Hamit'e ait sözlerin tamamı http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0002452.pdf adresinden alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder