Sakız Adası, ilk yurt dışı serüvenim oldu. Gerçi sanki başka bir ülkeye değil de Türkiye'de bir sahil kasabasına gidiyormuşum gibi hissediyordum. (10.05.2014)
Yağmurlu bir mayıs sabahında, oldukça erken diyebileceğimiz bir saatte Çeşme limanına varıyoruz. Daha önceden haberimiz olmayan bir dostluk maçını pasaport kuyruğuna giren onlarca Karşıyaka taraftarı sayesinde öğreniyoruz. Meğer 80 yıl önce Sakız Adası'nın takımı Lilapas ile KSK arasında oynanan maç tamamlanamamış ve bu tarihi maçın tekrarı benim yurt dışına çıktığım ilk güne denk gelmiş.
Yunan adalarını dolaşmak için mayıs aylarında Yunanistan'ın başlattığı kapı vizesi uygulamasından faydalanıyorum. 50 Euro verdikten sonra faydalanıyorum demek ne kadar doğruysa o kadar. Feribot için git-gel 21 Euro ödüyorum.
Sakız Adası feribotla yaklaşık 1 saatlik bir mesafede bulunuyor. Çeşme limanından ayrıntılarıyla seçilebilen ada yaklaştıkça daha da anlaşılabilir oluyor. Çeşme'de yaşayan akrabalarımın eskiden adadan horoz seslerinin geldiğine dair söyledikleri artık daha inandırıcı. Feribot limana yaklaştıkça teknenin önüne doğru artan bir kalabalığın içine karışıyoruz. Şans bu ya taraftar kitlesi tezahürata başlıyor. İlk yurt dışı deneyimimde belaya bulaşmak son isteğimiz. Hızlı bir manevra ile pasaport kontrol sırasının en önüne geçiyoruz. Geç kalsak adaya girişimiz öğleni bulabilir.
Farklı bir kültürü tanıyacak olmanın heyecanı ile bir süre etrafı seyrettikten sonra İzmir'dekine benzerliğinden dolayı kordon diye adlandırabileceğimiz bölgede sıra sıra dizilmiş araba kiralama firmalarını dolaşıyoruz. En uygun fiyatı veren şirket ülkücü bıyığı bırakmış haliyle bizden biri sandığımız Yorgo'nunki oluyor. Arabamızı yaklaşık 1 saat sonra almak üzere adanın merkezini dolaşmaya başlıyoruz. Adanın merkezinde her yer yürüme mesafesinde. Yağmura aldırmadan bakına bakına dolaşıyoruz. Sabahın erken saatleri olmasının da etkisiyle sokaklar bomboş. Cumbalı evler, Ege'ye özgü çiçeklerin sarktığı vazolar, Arnavut kaldırımları ve hemen her mahallenin bir köşesinde yer alan sunaklar. Bize yakın ama farklarını görebildiğimiz bir kültürün sokaklarını arşınlıyoruz. Bir şeyler atıştırmak için girdiğimiz bir kafede bize has olduğunu düşündüğümüz bir lezzet karşılıyor bizi, lokma! Hemen karşı kıyıda, Ildırı'da saray lokması diye satılan hamur işini komşuda da tatmak için siparişimizi veriyoruz. Tarçını bol soğuk servis edildiğinden bizdekinin yerini tutmuyor diyebilirim.
egemenliği sırasında burada yürütülen imaret çalışmalarının ürünleri bir iki cami, çeşme ve hamamla karşılaşıyoruz. Ara sokaklarda kalmış bir Osmanlı mezarlığı da ilgimizi çekiyor. Adanın kordonuna doğru ilerlerken bir Osmanlı hamamı çıkıyor karşımıza. Dışarıdan terk edilmiş gibi görünen bu tarihi yapıyı dolaşmaya karar veriyoruz. İçeride güvenlik görevlisi ve bir de rehber bulunuyor. Bu görkemli hamamın içinde bir süre dolanıyor ve sonrasında kiraladığımız aracı almak üzere yeniden deniz kenarındaki yola çıkıyoruz.
Aracı aldıktan sonra nereleri gezeceğimize karar verdiğimizden sadece tabelaları izlemek yeterli oluyor. Eşim buraları önceden kardeşiyle gezdiği için adeta bir rehber oluyor bize. Adaya gelip tur satın alanların genellikle iki alternatifi oluyor. Ya adanın kuzeyini ya da güneyini dolaşıyorsunuz. Adanın güneyi doğal güzellikleri ve kültürüyle daha çok ilgi çekiyor. Biz de adanın güneyini dolaşmayı uygun buluyoruz. Rotamız da aşağıdaki haritada olduğu gibi oluyor.

Armolia'da fazla zaman geçirmeden adanın önemli yerleşim yerlerinden biri olan Pirgi'ye ulaşıyoruz. Pirgi'nin kendine has mozaiklerle süslenmiş evleri ve sakinliği iyi ki buraya gelmişiz dedirtiyor bize. Pirgi sokaklarında dolaşırken buralarda yaşamanın insana vereceği huzuru tasavvur ediyoruz. Sokaklar boyunca kendine has balkonlarıyla evler, begonvillerin süslediği kapılar, evleri karşılıklı olarak birbirine bağlayan köprüler dikkatimizi çekiyor.
Pirgi sokaklarında kapı başlarında oturmuş yaşlılar, sokakları arşınlayan manavlar, özellikle manavların kulağımıza tanıdık gelen o bağırışları, bizdeki camilerin yerini alan kiliseler ve kilisenin içinde ve çevresinde bekleşen kilise cemaati, her an vızır vızır önünüzden geçen motorsikletli gençler ve henüz öğlen olmamışken uzolarını yudumlayan orta yaşlı Pirgililer bize hiç yabancı gelmiyor.
Pirgi'nin ardından adanın güneydoğu kıyısında yer alan volkanik bir yapıya sahip Emporios kasabasına doğru yola çıkıyoruz. Bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla yaklaşık 20 dakika sonra Emporios'un ıssız diyebileceğimiz kasaba meydanındayız. Asıl görmek istediğimiz kumsalı kaplayan volkanik siyah taşlar. Havanın da kapalı olması kumsalı kaplayan taşları iyice karartıyor. Taşlar bize spa için kullanılan taşları hatırlatıyor. Hatıra olsun diye çantamıza birini atıyoruz. Kumsalı şöyle bir gezdikten sonra sahilde hizmet veren tek kafeye oturuyoruz. Bizden başka kimsecikler yok. Yöreye has domates ve kaşarlı omlet sipariş ediyoruz. Bizim menemene benzeyen bu lezzetli yemeği yedikten sonra rotamızda Olimpi var.


Rotamızın sonraki adımında ada için Pirgi'den sonra gördüğümüz en büyük yerleşim yerine yani Mesta var. Mesta, Olimpi ve Pirgi'ye göre daha canlı bir kasaba. Kasabanın sokakları tıpkı diğerlerinde olduğu gibi köprülerle birbirine bağlanmış evleri barındırıyor. Kasabanın meydanında yer alan kilise ve kilise etrafında satışlar yapan dükkanlar turistlerin uğrak noktası haline gelmiş. Biz de hem kiliseyi geziyor hem de birkaç parça hediyelik için dükkanları ziyaret ediyoruz. Kilisede insanların girmesinin yasak olduğu bölgelerde Türkçe uyarı lehvalarının bulunması adayı ziyaret eden birçok Türk'ün varlığını ispat ediyor.

Turistik haritada gösterilen Neo Moni manastırını görerek şehir merkezine inmeyi planlıyoruz. Bu yüzden geldiğimiz yoldan değil de Lithi kasabasına uğrayıp adanın merkezinde yer alan dağı geçmek durumunda olduğumuzu biliyoruz. Yol boyunca tek tük gördüğümüz araçlar da Lithi'ye yaklaştıkça görünmez oluyor. Virajı bol uçurumlu yollardan Lithi'ye ulaşsak da kasabanın dolaşmaya değer olmadığına kanaat getirerek yola devam ediyoruz. Issızlık ve uçurumlar bizi ürkütse de muhteşem Ege manzarası içimizi ferahlatıyor. Denizin uçsuz bucaksızlığı, el değmemiş koylar Sakız'da da bizi büyülemeye yetiyor.

Sakız Adası, hafızalarımıza güzel görüntüler, nefis kokular, sıcakkanlı insanlar ve farklı ama tanıdık bir kültür görmenin mutluluğunu kazıdı diyebilirim. Adadan dönüşümüzü aynı firmanın katamaranıyla yaptık ve döndüğümüzde döndüğümüz yerin adadan pek bir farkı yoktu :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder