Birlikte
olduğumuz sürece üç şeyi davranışa dönüştürebilirsem kendimi başarılı
hissedeceğim: Sev, umudunu yitirme, hoş gör.
Bir
ortaokul müdür yardımcısının Erol Taş misali “Senden hiçbir şey olmayacak, senin o gitmeyi
çok istediğin lise de hayalden öte bir şey değil” deyişinin insana bir şeyler
katabileceği ilk öğrendiğim şey
olmuştur. Çok değil 4 yıl sonra bir rehberlik öğretmeninin üniversite
tercihinden anlamayışının da fayda getirebildiğini son öğrendiğime katmışımdır.
Vernik
kokan sınıflarda onlarca öğretmenin öğrencisi oldum. Kimileri tahtaya bir
şeyler karaladı, kimileri yüreğime.
Öğretmen
çoğu zaman aileden biridir. İlkokul öğretmenimin “kırmızı kurdelayı” sınıfta en
son bana takmasını babamın yıllarca bana bisiklet alamamasından daha çok taktım,
hatırlıyorum. Uzun süre, öğretmenimin
sevdiği ; sevdiğim, nefret ettiği; nefret ettiğim oldu.
Ortaokulda
müzik öğretmenimin sesine hayrandım ve onun gibi söylemekti tek derdim.
Lisedeki matematik öğretmenimin “Yakışıklı, sen yanıtla bakalım şu soruyu”
deyişi şimdi bile yanaklarımı pembeleştirir.
İmparator
S. dersi saygı duruşu ile açıp omuzlarda terk ederken ne hissederdi, hiç bilemedim. Motor F. gözlerini kapatıp 45
dakika boyunca hiçbir köşesi olmayan çemberin bir analitiğe sahip olduğunu
anlatırken kafasından neler geçerdi ? Ş’leri diğer seslere göre daha vurgulu
söyleyen bayan coğrafya öğretmenimiz, sinirlendiği bir gün önündeki sıralarda
ağzının içine bakan 50’ye yakın erkeğe “
Özel hayatınızda hepiniz büyük sıkıntılar yaşayacaksınız, bunu unutmayın ”
derken yaptığı kehanete nasıl da inanırdı, bilemeyeceğim.
Her
insanın kafasında geçmişinden, okul sıralarından izler var. O izler annenin
babanın çentiklerinden çok daha derine atılıyor. Bazen camdan bahçede oynayan
ufaklıklara dalıyorum. Uzun uzun, oynayışlarını; birbirleriyle didişmelerini
izliyorum. Onlar gibi koşuyor, havadaki
keskin kömür kokusunu o günlerdeki gibi duymayı özlüyorum. Sonra birden
döndürüyorum başımı, bir bakıyorum ki tahtanın önünde elinde tebeşiriyle
bekleyen bir adam. En kötü gününde dahi gülücükler saçması mecburiyetini bilen
bir adam. Tahtaya yazmayı reddeden, “Gençler,
şimdi yürekleri açıyoruz.” diye bağıran…
Yüreklerini
sonuna dek açmış, çıkacakları büyük serüvene hazırlanan o gözleri gören bu adam
ne mi diyor içinden: “Her gün sınıfa girip mutsuzluğumu yırtıp atıyorsunuz ya, iyi ki tahtanın önünde beklemeyi, iyi ki her an gülümseme mecburiyetini, iyi ki bu büyük yolculukta sizlere rehberlik
etmeyi seçmişim.” diyor.
Seviyor,
umudunu yitirmiyor, hoş görüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder